Cinsel soğukluğun nedenleri nelerdir?
Tatminkar bir cinsel ilişki için öncelikle kişinin kendi içinde bir istek duyması ve bu isteğin bir eşe yönelmesi gerekir. İsteğin kişinin içinde oluşması, bir eşe yönelmesi ve eşle doyurucu bir ilişkinin gerçekleştirilmesi sürecinde çok farklı etkenler rol oynar. Bu etkenler genel olarak üç ana grupta toplanabilir. Birincisi kişinin mizacı ve iç dünyasıyla ilgili psikolojik etkenler, ikincisi bedensel durumla ilgili biyolojik etkenler, üçüncüsü ise bizi kuşatan ve içinde yaşadığımız çevresel ve kültürel etkenlerdir.
Kabul etmek gerekir ki, insanların kendilerinin seçmedikleri doğuştan getirdikleri bir yapıları vardır. Bu yapı hayatın içinde şekillenerek değişebilir. Ama yine de, doğuştan getirdiğimiz bu özellikler eğilimlerimizin belirlenmesinde her zaman önemli bir rol oynar. Burada vurgulamak istediğimiz daha psikolojik, çevresel, kültürel etkenler devreye girmeden önce bile cinsel ilgi açısından insanlar arasında yapısal farklılıklar olduğudur. Eşler arasındaki cinsel istek düzeylerinin çok farklı olmasından dolayı cinsel isteği daha az olan eşin “cinsel açıdan soğuk” olarak nitelendirilmesinin en önemli nedeni bu doğal farklılık olabilir. Buradaki tehlike sorunu yalnızca yapısal farklılığa indirgeyerek cinsel soğukluğa yol açmış olabilecek diğer muhtemel nedenleri göz ardı etmektir.
Eğer bir kadın ergenlik dönemine girdiği andan itibaren cinsel istekte bir azlıktan söz ediyorsa, bu durum yukarıda bahsettiğimiz yapısal etkenlere bağlı olabilir. Ama pekala bu durum çocuğun cinsellik konusundaki tutum ve davranışlarını şekillendiren çevresel ve kültürel etkenlere, değer yargılarına bağlı da olabilir. Cinselliğin sürekli açıktan ya da ima yoluyla kötülük, günahkarlık, ahlaksızlıkla ilişkilendirildiği bir sosyal ve kültürel ortam düşünelim. Bu ortamda yetişen bir kız çocuğunun iç dünyasında nasıl bir cinsellik kavramı vardır. Böyle yetişen bir kız çocuğunun yine benzeri değer yargılarıyla yetişmiş bir erkekle evlendiğinde cinsel duygularını tabii bir biçimde duyumsayıp, geliştirip birliktelik içinde ifade edebilir mi? Bu olumsuz etkenlere ek olarak bu kız çocuğu bir de iradesi dışında istemediği bir evliliğe zorlanmışsa, cinsel soğukluk zaten beklenen bir sonuç olmaz mı?
Daha önceden cinsel soğukluğu olmayan bir kadında hayatının herhangi bir döneminde cinsel isteksizlik ortaya çıkmışsa farklı etkenleri düşünmek gerekir. Bedensel bir hastalık ya da bu hastalıkların tedavilerinde kullanılan bazı ilaçlar cinsel istekte bir azalmaya yol açabilir. Başta depresyon olmak üzere psikolojik sorunlar ve örseleyici, yıpratıcı hayat olayları da cinsel isteksizliğe yol açan en önemli etkenler arasında yer almaktadır. Depresyonun cinsel istekte azalmaya yol açtığına dair birçok bilimsel çalışma mevcuttur. Bu konu önemine binaen daha sonra ayrı bir başlıkta daha geniş olarak ele alınacaktır. Anksiyete (kaygı-endişe) de cinsel isteksizliğe yol açan etkenler arasında yer alır. Anksiyete özellikle cinsel döngünün istek fazını baskılar. Birçok gayri iradi ve bilinçdışı korku bu anksiyeteyi tetikleyerek ortaya çıkarır. Bu meyanda cinsel dürtüler üzerinde kontrolü kaybetme korkusu, gebe kalma korkusu, çok yakın olma ve sonrasında zedelenme korkusundan bahsedilebilir. Yine de bu tür korkulardan kaynaklanan anksiyeteyi, cinsel isteksizliğin bir nedeni olmaktan çok sorunun süre gitmesine yol açan bir etken olarak düşünmek daha doğru olur.
Cinsel isteksizliğin nedenlerinden biri olarak bıkkınlıktan da söz etmek gerekmektedir. Uzun yıllar birlikte yaşayan eşler sürekli aynı fiziksel ortamda aynı biçimde ilişkiler kurarlar. İlişkinin her adımının önceden bilinmesi eşlerde bir bıkkınlığa yol açabilir.
Bu konuda erkek ve kadınlar arasındaki biyolojik farklılıkların bilinmesinde de yarar vardır. Erkekler açısından cinsel isteğin en yoğun olduğu dönem genel olarak geç ergenliktir. Kadınlarda ise bu dönemin genel olarak 35 -40 lı yaşlar olduğu söylenebilir.
Bu psikolojik ve çevresel etkenler yanında biyolojik etkenler de cinsel istekte azalmaya yol açabilir. Öncelikle belirtmek gerekir ki yaşlanmaya bağlı olarak cinsel istekte bir azalma olur. Kadınlarda gebelik, doğum sonrası (postpartum dönem-lohusalık dönemi) ve emzirme dönemleri hem biyolojik hem de psiko-kültürel açıdan kadın cinselliğini etkiler. İnsan dışındaki diğer memelilerde cinsellik tamamen hormonların kontrolü altındadır ve bu canlılarda gebelik süresince cinsel etkinlik olmaz. İnsanda ise hormonlar cinsel etkinliği belirleyen faktörlerden sadece birisidir. Dolayısıyla gebelikte kadınlarda cinsel istekte azalma olabilir ama tümüyle ortadan kalkmaz. Bu azalma da hormonal etkenler yanında belki daha fazla psiko-kültürel etkenlere bağlıdır. Ayrıca gebeliğin ilk aylarında ortaya çıkan bulantı, halsizlik ya da son aylarında kadın bedenindeki şekil ve mekanik değişiklikler cinsel etkinliği olumsuz yönde etkiler.
Hemen hemen tüm toplumlarda doğumdan sonra belli bir dönem (lohusalık dönemi) cinsel ilişki yasaklanır. Bizim kültürümüzde bu doğumdan sonraki 40 günlük süreyi kapsar. Bu açıdan toplumumuzda “kırkı çıkma” tabiri çok yaygındır. Aslında rahimin toparlanmasının (uterus involusyonu) 40 günde tamamlandığı düşünülürse, bu kadındaki biyolojik bir değişikliğe karşılık gelmektedir.
Emzirme döneminde de hem biyolojik hem de psiko-kültürel etkenlere bağlı cinsel istekte azalma olabilmektedir. Bu dönemde kadında süt salgısını sağlayan prolaktin dediğimiz hormon artmakta, bunun sonucu olarak da kadın üreme organlarının işlevleri baskılanmakta ve kadınlık hormonu olan östrojen azalmaktadır. Tüm bu hormonal değişiklikler kadın cinsel organında atrofiye ve kuruluğa yol açmaktadır. Bu biyolojik değişiklikler yanında, kadının psikolojik olarak çocuğuna odaklanması da cinsel ilgilerinin azalmasına yol açabilmektedir. Menopoz da kadında hem biyolojik hem de psikolojik değişikliklerin olduğu önemli bir dönemdir. Bu konuda ‘Menopoz Sendromu’ bölümünde detaylı bilgi bulabilirsiniz..
Tatminkar bir cinsel ilişki için öncelikle kişinin kendi içinde bir istek duyması ve bu isteğin bir eşe yönelmesi gerekir. İsteğin kişinin içinde oluşması, bir eşe yönelmesi ve eşle doyurucu bir ilişkinin gerçekleştirilmesi sürecinde çok farklı etkenler rol oynar. Bu etkenler genel olarak üç ana grupta toplanabilir. Birincisi kişinin mizacı ve iç dünyasıyla ilgili psikolojik etkenler, ikincisi bedensel durumla ilgili biyolojik etkenler, üçüncüsü ise bizi kuşatan ve içinde yaşadığımız çevresel ve kültürel etkenlerdir.
Kabul etmek gerekir ki, insanların kendilerinin seçmedikleri doğuştan getirdikleri bir yapıları vardır. Bu yapı hayatın içinde şekillenerek değişebilir. Ama yine de, doğuştan getirdiğimiz bu özellikler eğilimlerimizin belirlenmesinde her zaman önemli bir rol oynar. Burada vurgulamak istediğimiz daha psikolojik, çevresel, kültürel etkenler devreye girmeden önce bile cinsel ilgi açısından insanlar arasında yapısal farklılıklar olduğudur. Eşler arasındaki cinsel istek düzeylerinin çok farklı olmasından dolayı cinsel isteği daha az olan eşin “cinsel açıdan soğuk” olarak nitelendirilmesinin en önemli nedeni bu doğal farklılık olabilir. Buradaki tehlike sorunu yalnızca yapısal farklılığa indirgeyerek cinsel soğukluğa yol açmış olabilecek diğer muhtemel nedenleri göz ardı etmektir.
Eğer bir kadın ergenlik dönemine girdiği andan itibaren cinsel istekte bir azlıktan söz ediyorsa, bu durum yukarıda bahsettiğimiz yapısal etkenlere bağlı olabilir. Ama pekala bu durum çocuğun cinsellik konusundaki tutum ve davranışlarını şekillendiren çevresel ve kültürel etkenlere, değer yargılarına bağlı da olabilir. Cinselliğin sürekli açıktan ya da ima yoluyla kötülük, günahkarlık, ahlaksızlıkla ilişkilendirildiği bir sosyal ve kültürel ortam düşünelim. Bu ortamda yetişen bir kız çocuğunun iç dünyasında nasıl bir cinsellik kavramı vardır. Böyle yetişen bir kız çocuğunun yine benzeri değer yargılarıyla yetişmiş bir erkekle evlendiğinde cinsel duygularını tabii bir biçimde duyumsayıp, geliştirip birliktelik içinde ifade edebilir mi? Bu olumsuz etkenlere ek olarak bu kız çocuğu bir de iradesi dışında istemediği bir evliliğe zorlanmışsa, cinsel soğukluk zaten beklenen bir sonuç olmaz mı?
Daha önceden cinsel soğukluğu olmayan bir kadında hayatının herhangi bir döneminde cinsel isteksizlik ortaya çıkmışsa farklı etkenleri düşünmek gerekir. Bedensel bir hastalık ya da bu hastalıkların tedavilerinde kullanılan bazı ilaçlar cinsel istekte bir azalmaya yol açabilir. Başta depresyon olmak üzere psikolojik sorunlar ve örseleyici, yıpratıcı hayat olayları da cinsel isteksizliğe yol açan en önemli etkenler arasında yer almaktadır. Depresyonun cinsel istekte azalmaya yol açtığına dair birçok bilimsel çalışma mevcuttur. Bu konu önemine binaen daha sonra ayrı bir başlıkta daha geniş olarak ele alınacaktır. Anksiyete (kaygı-endişe) de cinsel isteksizliğe yol açan etkenler arasında yer alır. Anksiyete özellikle cinsel döngünün istek fazını baskılar. Birçok gayri iradi ve bilinçdışı korku bu anksiyeteyi tetikleyerek ortaya çıkarır. Bu meyanda cinsel dürtüler üzerinde kontrolü kaybetme korkusu, gebe kalma korkusu, çok yakın olma ve sonrasında zedelenme korkusundan bahsedilebilir. Yine de bu tür korkulardan kaynaklanan anksiyeteyi, cinsel isteksizliğin bir nedeni olmaktan çok sorunun süre gitmesine yol açan bir etken olarak düşünmek daha doğru olur.
Cinsel isteksizliğin nedenlerinden biri olarak bıkkınlıktan da söz etmek gerekmektedir. Uzun yıllar birlikte yaşayan eşler sürekli aynı fiziksel ortamda aynı biçimde ilişkiler kurarlar. İlişkinin her adımının önceden bilinmesi eşlerde bir bıkkınlığa yol açabilir.
Bu konuda erkek ve kadınlar arasındaki biyolojik farklılıkların bilinmesinde de yarar vardır. Erkekler açısından cinsel isteğin en yoğun olduğu dönem genel olarak geç ergenliktir. Kadınlarda ise bu dönemin genel olarak 35 -40 lı yaşlar olduğu söylenebilir.
Bu psikolojik ve çevresel etkenler yanında biyolojik etkenler de cinsel istekte azalmaya yol açabilir. Öncelikle belirtmek gerekir ki yaşlanmaya bağlı olarak cinsel istekte bir azalma olur. Kadınlarda gebelik, doğum sonrası (postpartum dönem-lohusalık dönemi) ve emzirme dönemleri hem biyolojik hem de psiko-kültürel açıdan kadın cinselliğini etkiler. İnsan dışındaki diğer memelilerde cinsellik tamamen hormonların kontrolü altındadır ve bu canlılarda gebelik süresince cinsel etkinlik olmaz. İnsanda ise hormonlar cinsel etkinliği belirleyen faktörlerden sadece birisidir. Dolayısıyla gebelikte kadınlarda cinsel istekte azalma olabilir ama tümüyle ortadan kalkmaz. Bu azalma da hormonal etkenler yanında belki daha fazla psiko-kültürel etkenlere bağlıdır. Ayrıca gebeliğin ilk aylarında ortaya çıkan bulantı, halsizlik ya da son aylarında kadın bedenindeki şekil ve mekanik değişiklikler cinsel etkinliği olumsuz yönde etkiler.
Hemen hemen tüm toplumlarda doğumdan sonra belli bir dönem (lohusalık dönemi) cinsel ilişki yasaklanır. Bizim kültürümüzde bu doğumdan sonraki 40 günlük süreyi kapsar. Bu açıdan toplumumuzda “kırkı çıkma” tabiri çok yaygındır. Aslında rahimin toparlanmasının (uterus involusyonu) 40 günde tamamlandığı düşünülürse, bu kadındaki biyolojik bir değişikliğe karşılık gelmektedir.
Emzirme döneminde de hem biyolojik hem de psiko-kültürel etkenlere bağlı cinsel istekte azalma olabilmektedir. Bu dönemde kadında süt salgısını sağlayan prolaktin dediğimiz hormon artmakta, bunun sonucu olarak da kadın üreme organlarının işlevleri baskılanmakta ve kadınlık hormonu olan östrojen azalmaktadır. Tüm bu hormonal değişiklikler kadın cinsel organında atrofiye ve kuruluğa yol açmaktadır. Bu biyolojik değişiklikler yanında, kadının psikolojik olarak çocuğuna odaklanması da cinsel ilgilerinin azalmasına yol açabilmektedir. Menopoz da kadında hem biyolojik hem de psikolojik değişikliklerin olduğu önemli bir dönemdir. Bu konuda ‘Menopoz Sendromu’ bölümünde detaylı bilgi bulabilirsiniz..
UYARI:Bu sayfadaki metin sadece bilgilendirme içindir. Hiçbir zaman kendikendine tanı ve tedavi amacını taşımaz. Herhangibir sağlık probleminiz varsa mutlaka Doktorunuza danışmanız gereklidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder